Totaliter rejim, mazlumları ezmek için sadık gruplar oluşturdu
“Mazlumlar ve Mankurtlar” kitabının yazarı Sabri Alagöz, asrın başlarında çeşitli Türkçe medyalarının varlığıyla ilgli “Günümüzde bütün bunlar bir hayal” diyor.
Büyük bir kitap hazırlamışsınız, kaç yıl çalışmanın eseridir bu kitap?
Şu an elimizdeki “Mazlumlar ve Mankurtlar” adını taşıyan kitap uzun yılların eseridir. Toplumsal hayatın tarihsel, kültürel, ekonomik ve siyasal özelliklerinin üzerine gidebilmek belirli bir bilgisel birikim, epeyce didiniş ve gayret ister. Kişioğlunun yaratıcılık iştah ve hevesi temelinde bol bol yararlanılabilecek kolayca tükenmez bir memba oluşturmak şarttır. Ben ise bu işe daha üniversite yıllarında heves verdim. Zamanımın izin verdiğince, başlıca üniversite kütüphanesinde Türk tarihi, Türk edebiyatı ve Türk gelenek ve görenekleri üzerine bulabildiğim kitapları, gazete ve dergiler elden geçirmeye çalıştım. İlgimi çeken dallarda buyük boy defterler dolusu notlar aldım. Daha önemlilerini hala özel arşivimde korumaktayım. Bu husustaki çalışmalarımı eski Arap alfabesiyle de yazıp okumam bir kat daha kolaylaştırdı.
Mazlumlar ve mankurtlar konusuna gelince, başlıca kaynaklar, totaliter komünist rejimi tarihin çöplüğüne atıp ülkede idari demokrasi sistemine kavuştuğumuz yeni dönemde dünya yüzü gören geçmişteki cehennemin gizlerini gün ışığına çıkaran başlıca anılar, belgesel eserler, gazete ve dergiler oluşturmaktadır. Nihayet, diyebilirim ki, eski rejimde “Yeni Işık Nova Svetlina” gazetesinde, “Yeni Hayat” dergisinde, Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türk ahalisine ait yayınlarında çalışmam, demokrasiye geçiş döneminde ise Radoy Ralin, Jelyü Jelev, Blaga Dimitrova, İliya Minev gibi Türk dostları Bulgar aydınlarıyla yakınlaşmamın “Işık-Svetlina”, onun devamcısı “Güven-Doverie” gazetelerinin, seçkin aydınlarımızdan merhum Yusuf Kerim ve Türkiyeli Hakan Sobacı ile çıkardığımız “Ümit” dergisinin, 2000 yılından 2011 yılına kadar yaşatmış olduğum, sağdan ve soldan türlü tehditlere rağmen öz Türkçemizle yayınladığım tarih, kültür, edebiyat ve sanat dergisi "Kaynak”ın ve Bulgaristan azınlıkları sorunlarına ithaf edilen “Etnodialog” dergisinin rolü büyüktür. Şunu da belitmeliyim ki, 1968 baharında vuku bulmuş olan Çekoslovakya olaylarından sonra başkent Sofya'dan ayrılıp beş yıl Güney ve Kuzey Bulgaristan'da öğretmenlik yapmam zorunluluğu mazlumları ve mankurtları daha yakından tanımama olanak sağlamış oldu. Ve gördüklerimi, yaşadıklarımı zamanla kaleme almayı boyun borcu olarak kabullenmiş oldum.
İsim değiştirme, 89’u göçü, haklarımızın geri alınması konularında her şey yazılıp söylenmedi mi? “Mazlumlar ve Mankurtlar” kitabınızda yeni bilgi olarak neler var?
Bazı Bulgar asıllı tarihçilerin de belirttikleri gibi, tarihte 93 Savaşı olarak da bilinen 1877- 1878, Bulgaristan'ım Osmanlı hakimiyetinden kurtuluşundan bugüne dek iktidara kimler de gelmiş olsa, başlıca sorunlardan biri Türk sorunudur. Türkiye dışında en büyük Türk varlığı buradadır. Bulgarstan Türkleri arasında memleket çapındaki nüfus artışı oranına kıyasla Türk ahalisi arasında daha yüksek oluşu, Rodoplar, Deliorman, Gerlovo ve Dobruca bölgelerinde yoğun Türk ahalisinin varlığı Bulgar devlet yöneticilerini cidden rahatsız ettiği pekiyi bilinmektedir. Tarih kitaplarından gayrı okul kitaplarında Türk düşmanlığı, Türk korkusu aşılanması toplumda her zaman ayrılık gayrılık yaratmıştır. Rus komutanı Prens Çerkasov Türklerin bu topraklardan yokedilmesini gelişigüzel değil, bir soykırım savaşı olarak nitelendirmiştir. Komünistlerin lideri Georgi Dimitrov, yalnız Bulgaristan topraklarında değil, Balkanlar’da bile Türklerden iz kalmaması uğrunda gayret sarfetmiştir. Hayatını Deliorman Türklerine borçlu olan “Türk dostu” ve mizahçımız İsmail Tunalı'nın bir dörtlüğunde belirttiğince, Turklerin izleri kökünden silinmelidir anlamında konuşan "Türklerin dayısı, Politbüro ayısı” Penço Kubadinski gibilerinin mirası varoldukça konu kolay kolay gündemden inmez. Zaten burada normal göçten sözedilemez. “Zorunlu göç” bir yere kadar tatmin edici bir kavram hesap edilse de meselenin aslı soykırımdır, etnik arındırmadır.
Bahsettiğiniz mankurtlar nasıl mankur oldular – onları totaliter rejim mi yarattı?
Uzatmadan söyleyelim, mankurtluk kalübeladan beri tarihin bağrından gelmektedir. Her dönemin mankurtları olmuştur. Fakat totaliter komünist rejim mazlumlara, özellikle yurttaki yabancı hesap edilen unsurlara başkaldırtmamak amacıyla devlet güvenlik organları vasıtasıyla anasını babasını, çocuklarını, ailesini bile satan, el etek öpen kendine sadık uşaklık grupları oluşturmuştur. Bazı komünist yaratıklar soysuzlaşarak anasını, babasını, soyunu sopunu inkardan gelerek kişisel refah yolunu seçmiştir. Köpeğin sahibine sadakatının bir simgesi haline gelmişlerdir. Zaten aralarında azılı komünist ve mankurt Sütkesikli Nazmi'nin ağzından dobra dobra “Ben bir köpektim!” ifadesi Kırcali meydanına yayıldığı gibi.
Totaliter rejim çökünce mankurtlara neler oldu?
Hepimiz biliyoruz ki, silah gücüyle, tanklarla, zırhlılarla, asker ve milisle “gönüllü” olarak gerçekleştirilen “yeniden doğuş süreci” mimarları hesaba kitaba çekilmedi. Hatta Todor Jivkov zırzopu kendini milli kahraman olarak ilan etme cabaları gösterdi. Bazıları yeni dönemde milletvekilliğiyle ödüllendirildiler, bazıları belediyeleri istila ettiler, baba mirası gibi yerleştiler oralara. Bir başka grup, Türklüğünden utananlar olanca tepegözlüğüyle Türkçe öğretmenliğine döndüler. Örneğin, Mihail Yançev (Muhiddin Mehmedov) Türkçeyi alaya almış olmasına rağmen, ömrünü Sofya Universitesi’nde Türkçe dersi okutarak tamamladı. Bazıları da “Türkiye bizim işimize karışmasın!” diye mitinglerde bağır bağır bağırdılar. Bağırdılar ama, 1989 baharında soluğu ana vatanda aldılar ve birkaç zaman sonra da orada toprağa karıştılar
Günümüzde de mazlumlar ve mankurtlar var mı?
Madem gece karanlığında lüzumsuz eşya gibi otobüslere veya kamyonlara tıkılarak bazı çevrelerin çıkarlarını savunmak amacıyla Meclis binasını muhatara altına almaya getiriliyorlar, demek mazlum da var, mankurt da var. Kitlelerin talihi işte o yeni yaratıkların elinde. Veryuzünde insan denilen varlik mevcut oldukça mazlum da olacak, öz kardeşine hakaret eden mankurtlar da...
Seçim kampanyası sırasında azınlıkların haklarının alınacağı konusu gündeme getirildi, sizce bu mümkün mü?
Demokrasiye geçişten söz ediyoruz otuz beş yıldır. Hala gerçek demokrasiden mahrumuz bir bütün olarak. Seçim kampanyaları tesbih boncukları gibi sıralanıp geçiyorlar. Meclisteki koltuklar gördüğümüz kadarıyla hemen hemen hep aynı "oyuncular" tarafından gaspediliyor Azınlıkların değil, genelde insan haklarından söz eden yok. Diyelim biz Türklerin, bir milletin varlık simgesi ana dilimiz Türkçemiz hala “Havada bulunt, sen onu unut”. Vatandaşların ayrı ayrı unsurlarının tarihine, kültürüne, edebiyat ve sanatlarına saygılı çağdaş uygar bir devlet olmak istiyorsak şayet ana dili eğitimi zorunlu bir ders olarak ders programlarında yer almalıdır. Anayasa’da ana dilleri Bulgarca olmayan azınlıklar kendi dillerini okuyabilirler demek kafi değildir. Bulgar okullarında olduğu gibi devletin himayesi altında olmalıdır. Devlete olan borclarımızı ifada türlü vergileri öderken eşit olduğumuz gibi insani haklarımmızın hayattta uygulanmasında da eşit olmalıyız. Dinsel haklarımız bile türlu aksarmalara uğruyor. En yeni bir misal, başkentimiz Sofya'nın merkezinde Banyabaşı Kadı Seyfullah Efendi Camii önüne, tam Müslüman cemaatin Cuma günleri, caminin darlığından, dışarıda, hasırlar üzerinde namaz kıldığı yere, manzara olarak dahi çirkinliğin daniskası bir tramvay vagonu oturtuldu. Daha ilk seçimlerden sonra “bizi gören, halimizi soran yok” diyerek sesle ağlayan seçmenler gördüm. Machiavelli dediyse “vaat et istediğin kadar, fakat vaatlerini yerelne getirirsen sen bir hiçsin”.
Hatırladığım kadarıyla Bulgaristan’da ilk Türkçe televizyon programını siz hazırlamıştınız. "Beyaz Güvercin" programı nasıl başladı, ne kadar devam etti? Neden durduruldu?
“Beyaz Güvercin” televizyon programı benim yönetmenliğimde XXI Yüzyıl Türk Kültür Merkezi ile dönemin seçkin gazetecilerinden Svetoslava Tadariıova'nın bir girişimiydi. İnsanımızı hayli sevindirmişti. Seri halinde, yanılmıyorsam şayet, kırk seriden ibaretti. Maddi destek tamamen Amerika Birleşik Devletleri’nin Sofya Büyükelçiliği’ne aitti. Tek defalıktı. Süreklilik sözü zaten gündeme getirilmemişti. Böylece her şey son buldu.
2000’li yılların başlarında Türkçe medyalar konusunda bir patlama vardı. Gazeteler, dergiler çıkıyordu. Siz “Kaynak” Dergisini çıkarıyordunuz. Türklerin çabaları dışında Bulgarca gazetelerde Türkçe sayfalar vardı. Nasıl oldu da bunlardan hiçbirisi kalmadı?
Günümüzde bütün bunlar bir hayal. Söz konusu yıllarda Hak ve Özgürlükler Partisi hükümette koalisyon ortağıydı. Bakanlarımız vardı. Hatta Bulgaristan Türklerinin tarihinde görülmedik bir olay. Türk asıllı Başbakan Yardımcımız vardı. Bugüne bugün minnettarlıkla andığımız Omurtaglı Necdet Mollov adındaki devlet bakanımız ve azınlıklar meselelerinden sorumlu Turk dostu Mihail İvanov gazete ve dergi, Türkçe kitap yayımına belirli bir fon sağlamışlardı. Yakamız genişti. Hala aklımdadır. Ünlü ses sanatçımız ve şairmiz Osman Aziz'in “Canlarım Turküler” kitabı basılmış fakat parasızlıktan yayınevinde kalmıştı. Aynı zamanda benim bir kitabım içinse Bakanlık tarafından sağlanmış bir miktar vardı. Bu hal karşısında Mihail İvanov dostumuza başvurdum, bu parayla “Canlarım Türküler” kitabını bir nevi rehinden kurtararak okurlara sunmuş olduk, kulturel mirasımızı zenginleştirmiş olduk.
Süreli kaynaklardan ikincisi de “Açık Toplum” vardı. Gazete, dergi ve kitap yayınına cidden destek veriyordu. Seçkin Bulgar aydınlarından Antonina Jelyazkova'nın azınlıkların kültürleriyle ilgili vakfı da nice gazete, dergi ve Türkçe kitaba hayat verdi. Özellikle onun “Kaynak” dergisinin, yalnız yurt içinde değil, Balkanlar’da, Türk Dünyası’nda, Batı Avrupa’dan gayrı ta Amerika ve Avustralya kıtalarında dostlar edinmesinde halledici rolü olmuştur. Günümüzde ise, toplum sanki yobazlaştı. Ahlak bozukluğuna düşenlerin sayısı durmadan artıyor gibime geliyor. Bazıları aralarında „para getirecek bir şeylerle uğraş!” diyerek tavsiyelerde bulunuyorlar birbirlerine. İnsanoğlunun bu dünyaya hayırlı işler için geldiği unutuluyor. Maddi zenginlik geçicidir, manevi zenginlik ebedidir. Medyalar, kitleleri avucunda tutmak isteyenler için belirli bir tehlike hesap edilmektedir. Kültür, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük kitabının 10. baskısında belirtildiği gibi birinci anlamı, tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsuğnü gösteren araçların bütünü, hars, ekin demektir. İkinci, bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünu, üçüncüsü, bireyin kazandığı bilgi demektir. Bilgili kişi ise gerçek alimse eğer halk yığınlarına olumlu yönde bir hayata hazırlanmaları için hizmette bulunmaktadır. Binaenaleyh, insanlığa hizmet araçlarınım başında kültür gelmektedir. İnsanlığa cehaletin kapılarımı ancak kültür kapatmaktadır.
İzzet İsmailov
Чуйте последните новини, където и да сте!
Последвайте ни във
Facebook
и
Instagram
Следете и канала на БНТ в YouTube
Вече може да ни гледате и в
TikTok
Намерете ни в
Google News