Biz Cumhuriyet çocuklarıyız

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümü münasebetiyle BNT Türkçe Haberler’e mülakat veren Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Sayın Aylin Sekizkök, Bulgaristan göçmenlerinin iki ülke arasında bir insani köprü oluşturduğunu belirtti.

13:00, 30.10.2023
Biz Cumhuriyet çocuklarıyız

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü kutluyoruz. Tam 100 sene önce yaşananların önemini kısaca anlatır mısınız?

Arka plan çok önemli. Birinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Çok ağır koşullar içeren bir mütareke imzalanmış. Arkasından da bizim hiçbir zaman unutmayacağımız Sevr Barış Antlaşması dikte edilmeye çalışılıyor Türkiye’de. Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları tümüyle parçalanmış ve Türklere Anadolu’da sadece ufak bir toprak parçası bırakılmış olarak görünüyor. Böyle bir ortamda Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde başlatılan ve uluslararası planda bütün diğer uluslara da ilham kaynağı olan bir kurtuluş mücadelesi başlatılıyor Anadolu’da ve Anadolu toprakları işgalden kurtarılıyor.

Burada belki hikaye sonlandırılabilirdi, “İşte işgalden kurtulduk” ve eski düzen devam edebilirdi. Fakat öyle olmuyor. Orada bir mucize diyelim, Mustafa Kemal’in vizyoner bakış açısı ve onun yanındaki ekibin ve Türk ulusun kendi içerisinden gelen çok yüksek bir iradenin neticesinde çok etnili, çok dinli bir imparatorluk küllerinden yepyeni, gücünü ulusal egemenlikten alan, milletin kayıtsız şartsız egemen ilkesinden alan bir cumhuriyet doğuyor. Bu hakikaten dünya tarihinin seyrini de değiştiren çok önemli bir dönüm noktası. Cumhuriyetin 1923’te ilanı bambaşka bir ulus devletin yükselişi anlamına geliyor - Türkiye Cumhuriyeti. Ve bu ulus devlet laiklik, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu anlayışı, cumhuriyet ilkeleri temelinde kuruluyor. Arkasından da bir çok alanda hakikaten dünyada örneği görülmemiş bir seferberlik, bir reform hareketi başlatılıyor. Devrimler yapılıyor. Bütün hayatın her alanını etkileyecek büyüklükte ve içerikte devrimler bunlar.

Ben kadın haklarından başlamak istiyorum. 1934 yılı, yani daha İsviçre’de ve İngiltere’de kadınlara seçme hakkının tanınmadığı bir dönemde Türkiye’de kadınların hem seçme hem de seçilme, yani siyasete girme, siyaset yapabilme hakkı tanınıyor. Eğitimde büyük reformlar yapılıyor, eşitlik ilkesi temelinde. Bütün Türk toplumuna aynı eğitim ve ücretsiz olarak verilmeye başlanıyor. Eğitim seferberliğinin yanı sıra tarımda, sanayide ve diğer alanlarda kalkınma hamleleri yapılıyor. Ve sonuç itibarıyla bugün Türkiye’nin ulaşmış olduğu ve gurur duyduğumuz aşamanın ilk tohumları Cumhuriyet’in kurulmasıyla beraber 100 yıl önce atılıyor.

En büyük değişiklikler hangi alanlarda oldu?

Bunu söylemek çok zor, çünkü bunlar hepsi birbiriyle bağlantılı ve birbirleriyle beraber büyük bir anlam taşıyan reformlar silsilesi. Fakat tabii ön plana çıkanların başında elbette laiklik ilkesi geliyor. Şeriatla yönetilen bir ülkenin yerine laiklik ilkesini temel alan bir devlet yönetimi. Buna ilaveten biraz önce de bahsettiğim gibi kadınların, bir toplumun yarısını oluşturan kadınların, toplum içerisinde erkeklerle her alanda eşit haklara sahip olması gerektiği anlayışıyla sürdürülen, kadınların güçlendirilmesi harekatı diyebiliriz, başlatılmış oluyor. Bu çok önemli. Bugün eğer ben burda Türkiye Cumhuriyeti’nin Sofya Büyükelçisi olarak sizinle bu mülakatı veriyorsam işte tohumları o dönemde atılan kadınlara yönelik yeni vizyoner ve büyük ufuk açan bakış açısı sayesindedir. Dolayısıyla Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kadınlar olarak ayrıca şükran borçluyuz.

Türkiye devlet olarak Atatürk’ün ilkelerini gerçekleştirebildi mi?

Bu bir süreç. Bu bir bayrak yarışı. Her nesil bir sonraki nesle devrediyor bu bayrağı. Ama amaç o zamandan ortaya konulmuş olan bir amaç, yüksek bir amaç. Türkiye’yi dünyadaki bütün medeni ülkelerin ulaştığı seviyeye ve standartlara taşıyabilme amacı ve gayesi. İşte bu doğrultuda 100 yıldır çalışmalar ve çabalar devam ediyor. Hedefimize ulaştık diyemeyiz, zaten demememiz de gerekiyor, çünkü cumhuriyetin bize verdiği en önemli katkıların başında ulusal dinamizm geliyor. Dinamik olacaksınız, sürekli çalışacaksınız ve yeni ufuklara yelken açacaksınız. İşte bu anlayışla zaten son dönemde de Bulgaristan’ın da yakından takip ettiği, özellikle teknoloji alanında olmak üzere çok büyük atılımları da hayata geçirebildik, başta savunma sanayi teknolojileri olmak üzere. Bu yarış devam ediyor.

Sizce Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde kaydettiği en büyük başarı nedir?

Teknolojik alanda çok iyi olduğumuzu elbette söylemek mümkün. Ama onun yanı sıra ben sağlık sektörüne de değinmek istiyorum ve eğitim sektörüne de değinmek istiyorum. Sağlık sektöründe Türkiye belki de dünyanın sayılı ülkeleri arasında geliyor. Oluşturmuş olduğumuz ağ sayesinde Türkiye’nin her tarafında en iyi imkanlarla sağlık hizmetlerini sunabilecek duruma geldik. Dünyanın birçok ülkesinden de zaten Türkiye’ye tedavi olmak amaçlı hastalar geliyorlar. Bunun yanı sıra eğitimin her alanında da kat ettiğimiz aşamalar hakikaten gurur verici bizler için. Bilim adamlarımız, Türkiye’nin eğitim sisteminden geçmiş olan bilim adamlarımız, büyük buluşlara imza atıyorlar. Biliyorsunuz Nobel Ödülü sahibi bir Türk bilim adamımız da var, kendisini saygıyla anıyoruz burada. Ve kendisinin her zaman söylediği “Ben Cumhuriyetin çocuğum. Mardin’in bir köyünde doğdum Cumhuriyet’in tanıdığı imkanlarla eğitim gördüm, Cumhuriyet’in verdiği burslarla yurtdışında eğitimimi tamamladım ve Cumhuriyet’e çok şey borçluyum” diyor. Bizim anlayışımız bu her zaman. Biz Cumhuriyet çocuklarıyız.

100 yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti zorlu dönemlerden de geçti – terör eyemleri, darbeler, depremler. Halihazırda Türkiye bir devlet olarak daha istikrarlı durumda mı?

Bu yüzyıla baktığınızda işte Birinci Dünya Savaşı, arkasından Kurtuluş Savaşı, arkasından İkinci Dünya Savaşı, yani bu sadece son döneme ait bir şey değil, bulunduğumuz çoğrafya itibarıyla Türkiye her zaman bölgesinde sorunlarla, sıkıntılarla, istikrarsızlıklarla yüzleşmek ve onlarla beraber yaşamak zorunda kalmış olan bir cumhuriyet, bir genç ülke. Fakat bu yüzyılı birlikte tahlil ettiğimiz zaman karşı karşıya kaldığımız bu büyük sınamaları başka hiçbir ülkenin yapamayacağı kadar başarıyla atlatabildiğimizi düşünüyorum. Bu da gerçekten hem Türk milletinin, hem Türkiye devletinin kurumsal kapasitesinin ne kadar sağlam olduğunun da bir göstergesi. İkinci Dünya Savaşı’ndan çok fazla darbe almadan çıkabilmiş sayılı ülkelerden biriyiz. Arkasından Soğuk Savaş döneminde Batı ittifakının çok saygıdeğer, katkıları aranın bir ülkesi olarak yolumuza devam ettik. Son dönemde, özellikle son 20-25 yıl içerisinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş olan kurallar sisteminin o temel sütunlarının çatırdadığını ve daha büyük belirsizlikler ve sınamaları gibi bir dünya ile yüzleşmekte olduğumuzun farkındayız, bunu gözlemliyoruz, bunu yaşıyoruz. Bunun etkilerini de doğal olarak Türkiye fazlasıyla hissediyor. Nedir bu sınamalar ve yeni ortaya çıkan tehditler – herşeyden önce bölgemizdeki ülkelerin bir kısmının kurumsal kapasitesi, devlet olma kapasitesindeki zafiyetlerden kaynaklanan, kendi iç güvenliklerini sağlayamama durumuyla karşı karşıyayız. Bu işte Irak’ta başımıza geldi, Suriye’de başımıza geldi, biraz daha yukarıya çıkacak olursak Afganistan gerçeğiyle karşı karşıyayız. Buradaki kaos, kaotik ortam, sürdürülebilir olmayan devlet anlayışı, devlet dışı bazı aktörlerin palazlanmasına, kendilerine yuva yapmalarına ve farklı aktörlerin de amaçlarına alet olmalarına sebep oldu. Bir çok kürsel planda etkileri hissedilen terörizm olgusuyla karşı karşıya bulunduk. Bu terörizm olgusu çok geniş, çok büyük. İşin içerisinde elbette El Kaide var, DAEŞ var, fakat bizim için çok daha önemli bir tehdit olan, eşit derecede önemli bir tehdit olan PKK tehdidiyle de biz 40 yıldır mücadele etmek durumunda kaldık. Bu tehdit sınırlarımızın içerisinde değil, sınırlarımızın dışarısından Türkiye’ye yöneliyor, terör tehdidi. Dolayısyla sınırlarımızı güvence altına alırken ve halkımızın güvenliğini koruyucu tedbirleri geliştirirken aynı zamanda uluslararası planda da proaktif bir politika izlemek mecburiyetinde kaldık. Yani uluslararası planda ve bölgesel planda istikrarın tekrar tesis edilebilmesi, barışın hakim olabilmesi için Türkiye elini taşın altına koymak durumunda kaldı. Bizim işte şu dönemde yapmaya çalıştığımız bundan ibarettir. Suların durulması, çatışma ortamlarının mümkün olduğu kadar azaltılması ve uluslararası güvenliğin en büyük tehditleri başında gelen terörizm tehdidiyle yeterince ve kararınca mücadele edilebilmesi anlayışı yatıyor bizim çabalarımızın başında. Bunu Suriye’de yapmaya çalışıyoruz. Bir yandan iç savaşın etkilerini minimize etmeye çalışırken tarafları bir araya getirmeye çalışırken, bir yandan da kendimiz Türkiye’ye yönelik olan DAEŞ ve PKK tehdidinden kendimizi korumaya çalışıyoruz. Keza Irak aynı durumda. Biz istiyoruz ki sağlam, ayakları yere basan, istikrarını korumuş ve toprak bütünlüğüne sahip bir komşumuz olarak devam etsin Irak. Bunun için çaba sarfediyoruz ama aynı zamanda kendi güvenliğimizi korumak amacıyla gerekli güvenlik tedbirlerini de almaktan çekinmiyoruz.

Türkiye’nin tabii güvenliği sadece komşularıyla sınırlı değil daha geniş bir coğrafyadaki gelişmelerden de etkileniyoruz biz. Kafkaslar’da ne olup bittiğinden etkileniyoruz, Karadeniz’de ne olup bittiğinden etkileniyoruz, Ukrayna savaşının büyük etkilerini bütün bölge ülkeleri olduğu gibi ziyadesiyle Türkiye de hissediyor. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın ifadesiyle savaşın kazananı olmayacağı gibi, barışın da kaybedeni yoktur. İşte biz bu anlayışla barışın tesisi için çaba sarfediyoruz, planlar geliştiriyoruz ve çatışmanın taraflarını bir araya getirebilecek imkanlar yaratmaya gayret ediyoruz.

Zor, çok zor, fakat umutsuz değiliz. Yeteneklerimiz giderek artıyor, kabiliyetlerimiz giderek artıyor ve herşeyden önce uluslararası planda Türkiye’nin katkılarının ne denli önem taşıdığının da giderek daha fazla anlaşıldığı bir döneme girdiğimizi düşünüyoruz.

Türkiye’nin hedeflerinde Avrupa Birliği hala yerini koruyor mu?

Elbette. Yani o bizim hiçbir zaman vazgeçmediğimiz ve vazgeçmeyeceğimiz bir hedef. Avrupa Birliği üyeliğine biz aslında bir medeniyet projesi, bir medeniyet hedefi olarak bakageldik başından beri. Avrupa Birliği sisteminin, normlarının Türkiye’de de işler hale getirilmesi ve aynı değerleri paylaşan ülkeler topluluğu olarak bu değerler etrafında daha güçlü bir dayanışma içerisinde hareket edebilme özlemi içerisindeyiz. Fakat çok da ayrıntılarına girmeyeceğim sebeplerden ötürü Avrupa Birliği’ne alınmıyoruz, bütün çabalarımıza rağmen her yeni açılımda, her müzakerelerin yeniden başladığı süreçlerde önümüze yeni engeller çıkartılmaya devam ediyor. Bu aslında Avrupa Birliği’nin de çıkarına olmayan bir durum, çünkü Avrupa Birliği Türkiye gibi önemli, büyük bir bölgesel ülkeyi içine almak suretiyle küresel planda tamam anlamıyla bir aktör haline gelebilecek potansiyele sahip. Fakat kısır politikalar, uzun vadeli bakış açılarına sahip olamaması, farklı ülkelerin liderlikleri nezdinde Türkiye’nin ön yargılarla değerlendirilmesine yol açıyor. Bazı ülkelerle olan ikili sorunlarımız Avrupa Birliği’ne teşmil ediliyor. Kıbrıs sorunu hiç gereksiz yere bir Avrupa Birliği sorunu haline geldi malümunuz.

Dolayısıyla biz kapıyı açık tutmaya devam ediyoruz, ama Avrupa Birliği’nden de bize adil davranmasını ve bizim yarattığımız ve yaratacağımız katma değerin farkına varmaları gerektiğini de ısrarla vurguluyoruz. Bir eneji başlığı var şu anda Avrupa Birliği’nin gündemide, ciddi bir enerji kriziyle boğuşulan bir dönemde Türkiye neredeyse bütün enerji güzergahlarının üzerinden geçtiği bir transit ülke durumunda, yani bir enerji habı olmaya doğru yol alıyoruz ve Avrupa Birliği bizimle enerji konusunda bir diyalog özlemini oluşturmaktan kaçınıyor. Bunun tabii izahı çok mümkün değil. Ama dediğim gibi biz her zaman için devam diyoruz, yola devam diyoruz. Hiçbir zaman kapıları kapatan taraf Türkiye olmayacak, bu şekilde devam ediyoruz yolumuza.

Bulgaristan ile Türkiye arasında ilişkiler de inişli çıkışlı dönemlerden geçti. Şu anda iki ülke arasında ilişkiler en iyi seviyede gibi görünüyor.

Tabii bir Türkiye’nin Sofya’daki Büyükelçisi olarak çok gururla söyleyebilirm ki ikili ilişkiler bakımımızdan çok tarihi bir dönemden geçiyoruz, olumlu anlamda. Her alanda işbirliğimiz yoğunlaştı, yoğunlaşmaya devam ediyor. Somut projelerle iki ülke arasındaki karşılıklı bağımlılığın daha da arttığını, birbirimizi daha iyi tanıdığımızı ve birbirimizden destek alarak yola devam etmenin ne kadar önemli olduğunu da idrak etmiş durumda iki ülke. Bunu gözlemleyebiliyorum ve bundan büyük mutluluk duyuyorum.

Aslında Bulgaristan’la ilişkilerimizin geçmişine baktığımız zaman yine ben Atatürk’e dönmek ve değinmek istiyorum, burada görev yaptığı dönemde, biliyorsuuz 1913 kasımında geliyor, 1915 ocağında ayrılıyor buradan, Birinci Dünya Savaşı hemen öncesi ve tek bir misyonu var ve çok önemli bir misyon. Daha bir yıl önce Balkan Harbi vesilesiyle savaş halinde olduğumuz bu ülkeyle askeri itifik anlaşması imzalamak, çünkü Birinci Dünya Savaşı yaklaşıyor, o dönemin deyimiyle Büyük Savaş ve Türkiye güvenliğine ancak Bulgar beraber sağlayabilecğeini fark etmiş durumda. Atatürk bunu başarıyor. İki ülke müttefik oluyorlar o dönemde ve şunu söylüyor her zaman da vurguluyorum ben “Türkiye ve Bulgaristan dost olmak zorundadır. Bulgaristan’a karşı olan Türkiye’ye de karşıdır.” Bu tabii çok önemli, çok ağır anlamlar ifade eden aslında ve gelecek nesillere de aktarılan bir talimat niteliğinde. Atatürk gibi vizyoner bir insanın böyle bir söylemi ortaya koymuş olmasının mutlaka çok haklı gerekçeleri vardır diye düşünmek lazım. Ve ilişkilerimize baktığımız zaman onu da gözlemleyebiliyoruz.

Maalesef Soğuk Savaş döneminde ayrı kamplarda yer aldık ve maalesef Bulgaristan komünizmin ağır baskısı altında Sovyet Bloku’nun bir uydusu haline geldi. O dönemde yaşananlar çok acı, çok trajik, Bulgaristan’daki Türk toplumu bakımından da, Bulgaristan Türkleri bakımından da zulümler ve trajediler içeren bir dönemden bahsediyoruz. Fakat bu dönemi, ilişkiler manzumesi ve tarih içerisinde yani bir parantez olarak görmekte fayda var diye düşünüyorum. Unutmamak lazım, geçmişimizi ve yaşananları unutmamak lazım elbette ama o parantezin ötesinde uluslararası gelişmelere ve Türkiye ve Bulgaristan’ın bu uluslararası sistemdeki konumuna baktığınız zaman iki ülkenin birlikte hareket etmekten başka bir alternatifi yok. Onu çok rahat söyleyebiliriz. Ne zaman ki şu anda yaşadığımız gibi sistemsel krizler ülkelerin tek başına çözemeyecekleri ve başa çıkamayacakları büyüklüklere oluşuyor ve vahim bir durum alıyor, o zaman Bulgaristan Türkiye’nin önemli bir partner, önemli bir dost ve sığınak olduğunu anlıyor, Türkiye de aynı şekilde Bulgaristan’nın her zaman Türkiye’nin yanında olması gereken önemli bir komşu olduğunun idrakta daha çok varıyor. İşte biz tam o dönemden geçiyoruz. Bütün bu sınamalar karşısında Türkiye ve Bulgaristan yan yana, beraber hareket ediyor. Enerji boyutunda ilişkilerimiz çok iyi. Biliyorsunuz Bulgaristan’a en zor döneminde doğal gaz sağlayan ülke Türkiye oldu. Düzensiz göçle mücadele noktasında her zaman Bulgaristan’ın yanındayız ve ortak sınırını Türkiye tarafından korumak için elimizden geleni yapıyoruz. Karadeniz’in güvenliği konusunda çok önemli adımları yine müttefikimiz Bulgaristan’la beraber atıyoruz. Bunlar hakikaten çok önemli, memnuniyet verici gelişmeler.

Mustafa Kemal’in Sofya’da görev almış olmasının daha sonra Osmanlı Devleti’nin yerine yeni bir Türkiye inşa ederken vizyonerliği üzerinde az da olsa etkisi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette, Bulgaristan’daki dostlarımız övünebilirler, gurur duyabilirler, çünkü bir kere, herşeyden önce Atatürk bir Rumeli evladı. Biz öyle söylüyoruz. Balkanlar’da doğmuş, gençliği Balkanlar’da geçmiş. Selanik, Manastır, biliyorsunuz, Selanik’te ve Manastır’da bütün Balkan ülkelerindeki farklı milletlerden arkadaşları, dostları olmuş. Bulgarcayı da biraz konuşabiliyor. Dolayısıyla Sofya’ya geldiğinde çok rahat uyum sağlamış Sofya’ya. 1913 dediğim gibi kasım ayında geliyor ve büyük mücadelelerle ve savaşlarla cepheden cepheye atlayarak bitirdiği o kısacık ömrünün belki savaşsız, huzur içerisinde, keyifli diyebileceğimiz dönemini Sofya’da geçirmiş.

Sofya’da o 1910’lara baktığımız zaman Bulgaristan’ın çok büyük bir atılım içerisinde oluğunu görüyoruz. Çok canlı bir sosyal hayat var, çok canlı bir kültürel hayat var. İşte 5 yıllık kalkınma planları yapılmış ki bu Atatürk için önemli bir veri. Operaya ilk defa Bulgaristan’da gidiyor, çok hayran kalıyor. Keza kadınların toplum içerisinde ne kadar görünür, ne kadar ön planda olduklarını görüyor ve bundan çok büyük bir memnuniyet ve haz duyuyor. Aynısını Türkiye’deki, Türk toplumu için de gerçekleştirmeyi, gerçekleştirme hayali daha da pekişiyor Bulgaristan’da geçirdiği dönem boyunca. Dolayısıyla çok olumlu etkileri olmuş Atatürk üzerinde Bulgaristan’da yaşadığı dönemin.

Biliyorsunuz, geçen asırda Bulgaristan’dan Türkiye’ye birçok göç dalgaları yaşandı. Muhacirlerin Türkiye’ye nasıl bir katkısı oldu?

Çok büyük bir kazanç. Bulgaristan için de bir kayıp. Onu söylemem gerekiyor. Çok büyük bir kayıp Bulgaristan Türklerinin vatanlarından ayrılmaları ama Türkiye için çok önemli bir kazanım olmuş.

Bir kere Bulgaristan genel olarak, benim gözlemlediğim 4 yıl içerisinde, eğitim, ilim, edebiyat, yani kalem ve beyin gerektiren alanlarda müthiç bir potansiyele sahip. Çok mümbit bir ülke, insanları özellikle. Biliyorsunuz çok dolaşıyorum, geziyorum ve her gittiğim yerde şunu görüyorum – ufacık köylerde bile yazarlar var, yazarlarımız var. Bulundukları köylerin tarihini kaleme almışlar, şiirler yazmışlar, öyküler yazıyorlar, bunları kendi çabalarıyla yayınlatıyorlar, kitap haline getiriyorlar. Bu hakikaten çok önemli bir şey. İşte bu insanlarımız özellikle çok daha eğitimli olan Türkler, 93 Harbi’nden itibaren bu topraklardan göç edip anavatana dönüyorlar. Ve anavatanda her türlü alanda çok büyük başarılara imza atıyorlar. Çalışkanlar, çok akıllılar, çok dürüstler. İşlerine çok büyük bir aşkla ve şevkle sarılıyorlar ve hayatlarını koyuyorlar. Böyle de olunca başarı ister istemez geliyor arkadasından. Cumhuriyet dönemine baktığımız zaman Cumhuriyetin kurucuları ve önde gelen isimler arasında o kadar çok Bulgaristan kökenli görüyoruz ki, mesela biliyorsunuz, malumunuz önemli reformlardan biri de köy enstitüleriydi Türkiye’de, daha sonra kapatıldı ama o köy enstitülerini kuran dönemin eğitim bakanı bir Bulgaristan göçmenidir. Atatürk’ün çok yakın arkadaşlık yaptığı Şakir Zümre bilahare Türkiye’ye gidiyor ve Türkiye’de ilk silah sanayinin temellerini atıyor. Nice öğretmenler, nice profesörler, Türkiye’de Bulgaristan göçmeni olarak gelip Türkiye’ye yerleşip eğitim hayatımıza, eğitim sektörümüze katkıda bulunuyorlar. İş adamlarımız son derece aktif.

Ve güzel bir husus da şudur ki Bulgaristan göçmenleri, şu anda sayılarını ben tabii 93 Harbi’nden başlamak üzerinde olduğunu düşünürseniz milyonun üzerinde olduğunu tahmin etmek çok doğal, kendi vatanlarıyla, Bulgaristan’la, kendi köyleriyle bağlarını hiçbir zaman koparmamışlar. Çok seviyorlar Bulgaristan’ı. Ve Bulgaristan ve Türkiye arasında çok güzel, çok yumşak bir insani köprü oluşturuyorlar. İşte bu insani köprü Türkiye’nin de Bulgaristan’a bütün yaşanan, geçmişte yaşanan o trajedilere rağmen olumlu gözle bakmasının ana sebeplerinden biri. Çünkü bir kızgınlık, bir öfke, bize çok büyük zulümler yapıldı anlayışından ziyade Bulgaristan bizim vatanımız, bizim köyümüz, evimiz oradaydı, bahçelerimiz vardı, çok güzel bir ülke diye bir Bulgaristan güzellemesi yapılıyor şu anda Bulgaristan göçmenleri arasında, o da beni çok memnun ediyor. Hakikaten Bulgaristan inanılmaz güzel bir ülke.

Verdiğiniz mülakat için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ediyorum. Ben 100. yılımızla alakalı ufak bir mesaj da sizin vasıtanızla iletmek istiyorum. Çok önemli bir yıldönümü. 100. yıl. Dediğim gibi biz Cumhuriyet çocukları olarak 100. yılı tamamladık. İkinci yüzyıla, ki biz buna Türkiye yüzyılı diyoruz, ikinci Türkiye yüzyılına hazırlanıyoruz. Bu önemli yıldönümünü Bulgaristan’da çok sevdiğim Bulgaristan toplumuyla, Bulgaristan halkıyla, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları ile bir arada kutluyor olmaktan da çok büyük bir memnuniyet duyuyorum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

İzzet İsmailov

Пишете ни
x

Сигнализирайте нередност

и/или

Разрешени формати: (jpg, jpeg, png). Максимален размер на файла (25 MB). Можете да качите максимум 5 файла.

** Тези полета не са задължителни.

captcha Натиснете върху картинката, за да смените генерирания код.
Трябва задължително да въведете кода от картинката
< Назад